27 Ekim 2015 Salı

Bazı Şeylere Ulaşmanın Kısa Yolu Yoktur…


Dün bir danışanım, Human Design analizi için indirim kampanyası reklamını görmüş ve bana bilgisayar ekranının resmini çekip göndermişti. Bu analizi yapan kimdir, eğitimi nedir hiçbir fikrim yok; araştırmak gibi bir niyetim de yok ama çok iyi niyetli olmadığı kesin… Bazı şeyler vardır, ne indirim yapılır ne de kampanyası olur… 

Human Design Sistemi tamamen kişinin istekli ve hazır olması ile çalışabilecek bir bilgidir. Analizle kişinin eline kendi kullanım kılavuzu verilir. Makineyi kullanmak için ilk önce onu açmaya hazır olmak; yani çalıştırmak için önce düğmesine basmak gerekir. Bu demektir ki önce istek olacak, sonra bunun için zaman ve para harcayabilecek kadar motive olmak gerekir… kullanım kılavuzu ancak o zaman işe yarar... Siz hiç istemeden hayatını dönüştüren birisini gördünüz mü? Çok büyük hastalıklar, aile faciaları ya da iflas gibi büyük sorunlar yaşayıp, hayatını değiştirenlerin de artık değişimi istedikleri için bunu başardıklarını fark edebiliyor musunuz? Kimisi ise intiharı seçiyor ya da sürünmeye devam ediyor… aradaki fark istemekte, hazır olmakta ve gerekliliklerini yapmakta…

Ben bu işe ilk giriştiğimde tanıtımı nasıl yaparım diye düşündüğüm zamanlarda çok ilginç öneriler geldi. Hepsi de sistemin çalışmasına "bence" aykırı ve işe yaramayacak şeylerdi fakat genel kabule çok uygundular. Çocuklarla ve özellikle onların bozulmadan büyümeleri için çalışmayı çok istiyorum. ilk öneri çocuk doktorları ya da yeni doğum yapanlara bir şekilde ulaşmam ya da kreşlere reklam vermem şeklindeydi… Anne-babalar çocuklarını tanıyacaklar, özel yeteneklerini öğreneceklerdi. Sorun şu ki ebeveynin bunları biliyor olmasının bir anlamı yok. Çünkü çocuğun kendisi olarak nasıl yetiştirilmesi gerektiğini anlatıyoruz;  ebeveyn kendisi için bunu yapamazken, kendisi zihni ile yaşarken bunu çocuğuna ne derece uygulatabilir, illaki devam ettiremezler ve çocuğu yine standart bilgilerle büyütmeye başlarlar. Önce ebeveynin bu bilince ulaşmış olması gerekir… Bu yolla belki para kazanabilirdim ama amaç çocukların kendileri olarak yaşamasıyken ne anlamı var bunu yapmanın… Amaç insanlara farklı alternatif olduğunu göstermek, hayatın yaşadıkları olmadığını anlatmak ve gerçekten her şeyin değişebileceğini söylemekken, neden ben kendi yolumdan sapayım ve genel kanıya uygun davranayım…

Bu reklamı görmek çok güzel bir zamanlamayla oldu.  Sistemin herkese uygun olmadığını, bunun her yiğidin harcı olmadığını çünkü gerçekten istemek gerektiğini söylemek istiyordum… Kendinizi tanıyın diyoruz, özlü sözler söylüyoruz ama kendini tanımak sadece iki saat analizde söylenenler değil ya da 10 sayfa, kalıp halinde, yazılanlar değil.  İnsanoğlu kendini hayatının ilk yılında öyle bir hale getiriyor ki kendi öz halinden o kadar farklı bir şekle giriyor ki anlatmak yetmiyor… söylenenler, okunanlar bir kulaktan girip diğerinden çıkıyor. Bunu yaşayarak görmesi ve kendine olan yolculuğun derinleşmesi gerekiyor… analiz sonrası süreç 7 yıl… bunun üzerinde çalışıldığında o da….

Kalıplar tek bir darbeyle yıkılmıyor, sürekli üstüne düşmek gerekiyor. O duvarlara çarpıp çarpıp zayıflatıp öyle yıkabiliyorsunuz… “Yedi yılı söyleme insanlar bundan korkar” dediler…. ve evet korktular… ben bunu bilerek söylüyorum çünkü bu olaya bakılan ciddiyeti gösteriyor… bunu göze almak gerekiyor. Bazı şeylere ulaşmanın kısa yolu yoktur…

Dünyada bu sistemin ilk eğitimlerini alanlar, şu an en tecrübeli olanlar, büyük çoğunluğu uzun yıllar Hindistan’da yaşamış, Osho ile çalışmış, her türlü enerjiyi denemişler, yoga vs her şeyle ilgilenmiş ama gerçek anlamda bir adım ilerleyememişler. Daha sonra Human Design ile kendi üzerilerinde 7 yıl çalıştıktan sonra artık hayatlarını gerçek anlamda değiştirmişler. Hikayelerini okuduk, dinledik…

Aslında bakarsanız hayatını gerçek anlamda değiştirmek için çok da alternatif yok; sadece sakinleştirici ve biraz yatıştırıcı yöntemler var ya da ancak destek olabilecek şeyler var… zihni yenmekten başka hiçbir şeyin anlamı yok… 

Ben artık 7. yılımdayım, ince ayarlarım kaldı diyebilirim… Ben mi? Bir manifestör olarak huzurun doruklarındayım diyebilirim… öyle zengin değilim, hatta idealist olduğumdan öyle çokta param yok ama çok mutluyum çünkü istediğim şekilde hareket ediyorum… farklılıklarımı çok seviyorum ve yaşıyorum da… genel klişelerle pek işim yok… kendime olan güvenimin bütün hayatımdaki en tepe noktasında… kendini sevmenin ne demek olduğunu çok iyi anladım ve ben gerçekten kendimi seviyorum… aslında bunu ayrı bir yazıda anlatmak çok daha iyi olacak…

İstemeden hiçbir şey olmuyor ve istediğiniz şey için çalışmadan da hiçbir şey olmuyor. Niyetinizde samimi olduğunuzun işaretidir çalışmak,  geri kalan her şey sadece bahanedir….

İletişim için: arslaneb@gmail.com

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Neden Hayatınızın Başkası Tarafından Şekillendirilmesine İzin Veriyorsunuz?


Bu günlerin moda akımlarından biri, mandala boyamak ve onun resimlerini paylaşmak. Hiç denemedim ve denemek gibi bir niyetim de yok…

İlk önce geçmiş deneyimlerden başlarsak, eski iş yerimde işlerin az olduğu dönemlerde, canımız çok sıkıldığında herkesin oynadığı bir top oyunu vardı (7-8 yıl önce). Renkli toplar patlatılıyor ve  oyunun devam edebilmesi için aşağıya doğru inmesine engel olunuyordu... İlk 10 dakika bir şey olmasa da ne zaman 10 dakikadan fazla oynasam, her zaman o renklerin içinde, farklı gibi gözükse de aslında rutin hareket ederken çok derin düşüncelere daldığımı ve bu derin düşünlerin nedense hep negatif olduğunu, sonrasında ise depresif bir hal almama neden olduğunu fark ettim… Mandala da aynı şey… belirli hareketler var, belirli dikkat edilecek şeyler gerisi hipnotize olma ve derin düşüncelere dalma ve ne düşündüğünü bile fark etmeden boyamaya devam etme hali, bilinç kaybı… Geçmişteki farkındalıklardan ve iyi gelmeyen şeylerden ders almak gerekli…

Ama asıl önemli olan kısım ise bambaşka… Ben hayatımın başkası tarafından şekillendirilmesine artık izin vermiyorum. Hayat aracımın direksiyonunda ben varım ve yolu ben çiziyorum ve ben istediğim gibi renklerle oynuyorum… Mandala kitaplarında gördüğüm kadarıyla hazır şekiller geliyor ve insanlar onu istedikleri gibi boyuyorlar yani sözüm ona “hadi yaratıcılığınızı kullanın!” deniyor… Yaratıcılık? Bu aslında elinizdeki ile nasıl idare edebilirsiniz nasıl daha iyi hale getirebilirsiniz demek… yani size sunulan şeye mecbur kalıyorsunuz ve kendiniz yaratamıyorsunuz. Desen ne ise onu boyamak zorundasınız… Önce şekli kendiniz çizip, sonra renklendirme şansınız olmuyor… Tüketim dünyası her şeyi bizim önümüze seriyor, yaratıcılığımızı daha da unutalım diye bize yaratıcı olduğumuzu düşündürtüyor…

Moda akımlarını belirleyen birkaç yaratıcı kişi o yılın modasını belirliyor geri kalan diğer bütün modacılar sadece hazır mandalayı boyamak gibi o yıl moda olan şeyin dışına çıkamadan ufak değişikliklerle taklide kaçıyorlar… kendi doğal yaratıcılıklarının önünü kendileri kesiyorlar…

Yaratıcılık özgürlük gerektirir, farklı olmayı kabul etmeyi gerektirir, başkasının ne düşüneceğini ya da piyasa işi yapmak yerine kendi istediğini yaparak onu sunacak cesareti gerektirir… cesaret olmadan, farklı olmadan ve ideallerinde ısrarcı olmadan yaratıcı olunamaz…

Farklı olmak demek dışarıdan bakınca aşırı hareketler ya da dikkat çekici kıyafetler, yaşam tarzı farklılıkları değil… farklı olmak demek kendi istediklerinde, kendi idealleri doğrultusunda yaşamak ve çoğumuzun "koyun" diye nitelendirdiği genel ile hareket etmeyen demektir…

Farklı olan insan, seçimde oyunu anket sonuçlarına göre vermez… kendi görüşüne en uygun olana verir, fikri yoksa da çoğunluk X partisine veriyor diye o partiye vermez. Herkesin yaptığı sporu yapmak için zorlamaz kendini… İsviçre’deki üniversitede yapılan araştırmanın sonuçlarına göre hayatında ilerlemez, dergilerde yazan genel durumlara göre kendininkini değerlendirmez; tatilde herkesle aynı şeyleri yapmak için uğraşmaz;  illa evlenmeliyim, statü kazanmalıyım gibi kalıplara sokmaz kendini. Hepsini istediğinde ve onun için doğru zaman, kişi ve yer üçlemesi oluştuğunda yapar.  Farklı insan, kendi olur; kalıplar dar gelir ona… bu mandalanın deseni bile olsa…

Bir ara ünlü astrologlar, kişisel ve ruhsal gelişimcilerin paylaşımlarına yapılan yorumlara bakmıştım, incelemiştim, insanlar neye nasıl tepkiler veriyor diye… Basma kalıp sevgi ve ışık sözleri, teşekkür yazıları ile diğer aşırı uç olan kavgaya giden söylemler… iki gruptan biri ne yazıldığını belki de doğru dürüst anlamadan şükran yorumları yapıyor, kayıtsız şartsız beğenme ve kabul; diğer tarafta farklı olmak için aşırı uca kayma, beğenmediysen de aşırı tepkiyle ilgi çekme. İstisnalar var tabiki… Her iki grupta hazır mandala kitabı alıp da onu boyama çalışan ama sadece moda olduğu için bunu yapan insanlar; sıradan ve genelleme içine girenler…

Bunu okuyup üzülen, alınan ya da hadi oradan diyenler olabilir ama birisinin size gerçekten uyuduğunuzu, sistemin kölesi olduğunuzu, onun içine daha çok gömüldüğünüzü ve farkındalığın sadece sözde kaldığını söylemesi gerekiyor... 

Başkalarının neden bu kadar yaptıklarına güveniyorsunuz? Neden kendiniz kendi hayatınızın rotasını belirleyemiyorsunuz? illa bir guru ya da sürekli size bir şeyler sunulması mı gerekiyor? 

Ben kendi başıma yaptığım her çalışmanın neden işe yaradığının cevaplarını şimdi alıyorum, kendime güvenmekle doğru olanı yaptığımı görüyorum... İlla belirli bir teknikle hareket etmeniz, illa doğru kelimeleri kullanmanız gerekmiyor ki, niyet en önemli şey… Başkalarının size sunduğu kadarla hareket etmeye devam ederseniz kendi hayatınızı şekillendiremezsiniz, size sunulanla idare etmek zorunda kalırsınız, daha fazla gelişemez, ilerleyemez ve başkalarının size sunması için gözlerine bakar durumda kalırsınız… Bu sadece ruhsallıkla ilgili değil, her konu için geçerli.

Bir şeyleri yapmanın, sorunları çözmenin ya da ilerlemenin çok farklı yolları var. Size sadece çok azı sunuluyor, kendinize güvenmeyi öğrenin… Standart bir insan olmaktansa özgür olun, özgün olun… kendi hayatınızı kendiniz çizin ve istediğiniz gibi renklendirin…


İletişim için: arslaneb@gmail.com

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Hayat Tercihlerden İbarettir!


Yaşamda ilerlerken kendimizi şöyle bir dışarıya çekip her şeye tepeden baktığımızda, aslında sürekli yol ayrımları ile ilerlediğimizi fark ederiz. İster büyük olsun ister küçük bu yol ayrımlarının hepsi birer karardır ve bizi çok farklı noktalara farklı kararlara götürecek dönüm noktalarıdır…

Yol ayrımlarıyla her an karşılaşırız... yediğimiz yemekten, konuşacağımız konuya, çalışacağımız işten, oturacağımız eve, sorduğumuz sorudan, vereceğimiz yanıta ve tepkiye kadar irili ufaklı her şey birer yol ayrımı birer karardır…

Her yol ayrımı kendisinden sonra başka yol ayrımlarına ve verilen her karar kendisinden sonra başka kararlara götürür bizi… aslında yaşadıklarımız verdiğimiz her kararın sonucudur ve biz o yola gitmeyi seçmişizdir, biz onu yaşamak ve tekrar başka başka kararlar almayı istemişizdir. Bu bizim hayatta en zor kabul ettiğimiz şeyin bir açıklamasıdır aslında… bizim bir önceki yol ayrımına geldiğimizde seçtiğimiz yön bizi o konuma getirmiştir ve sorumluluk tamamen bizimdir. Bu sorumluluğu paylaşan ikinci bir kişi yoktur sadece bize aittir… yol ikiye ayrılmıştır ve biz o doğrultuda gitmeyi seçmişizdir…diğer insanlar sadece aracı olmuştur...

En zor olan bu değil mi? Yaşanan her şeyin sorumluluğunu almak ve geçmişi temizlemek, tek nedeninin kendimiz olduğunu fark edip, başkalarını suçlamadan hayata devam edebilmek… evet hayat her an tercihlerden ibaret ve o tercihler geleceği belirleyen birer adım… 

Eğer tercihiniz zihinden geliyorsa işte o zaman durum fena… zihin hayatınızı ele geçirmişse ve farkında değilseniz aynı şeyleri yaşamaktan kaçışınız yoktur… aynı tür insanlar, aynı tür tepkiler, benzer kararlar ve benzer sıkıntılar çevresinde daire çiziyorsunuz demektir… aynı dairenin çevresinde dönüp de bunu fark edememek başkalarını suçlamaktan sonraki en kötü şey herhalde…

Sürekli söylüyorum ve her zaman söylemeye de devam edeceğim zihin hayatınızın rotasını belirliyor ve ne yapacağınızı size söylüyorsa o sürekli çevresinde döndüğünüz daireden çıkmanız mümkün değil… ne yaparsanız yapın, farkında dahi olsanız tekrar uykuya dalıp yine o daire çevresinde dönmeye devam edeceksiniz…

Kryon kitaplarından birinde şöyle der “Dualite İnsanın içinde dengede olduğunda, İnsan yaşam dersini çok daha berrak bir biçimde görür!... Nasıl olurda İnsan, dengeye kavuşmadan, kendi yaşam derslerini keşfetmeye ve onların üzerinde çalışmaya başlayabilir? Böylece, şimdi bir başka temel bilgiyi öğrendiniz; önce dualite sorunu üzerinde çalışın, onu dengeleyin; o zaman parçalı-bulmacadaki diğer şeyler bir araya gelmeye başlayacaktır. Hiçbir insan, aydınlanma yolundaki yolculuğa dengesiz bir dualiteyle başlayamaz.”

Dualite ile ilgili bir sürü yazı okumuş, bir sürü karışık cümleler, dolambaçlı anlatımlarla karşılaşmış olabilirsiniz… dualite temelde zihin ve öz’ün ayrımıdır… insanın içindeki ikili durumdur… siz zihinin ele geçirdiği haldeyseniz dengede olamazsınız; özü unutmuş, ondan uzaklaşmışsınızdır. Dünyaya gelmenin asıl amacı da bu ikili durumun farkındalığına varmak ve onu dengeye getirmektir; öz ile hareket edip, zihnin de farkında olup onu gözlemlemektir… 

Human Design Sistemi insanlara bir vücut haritası sunar ve o harita aslında zihin ve özün nasıl dengeye getirileceğinin yol haritasıdır… nasıl doğru karar verileceğini, nasıl tercihte bulunmamızın doğru olduğunun işaretini verir, anlık haritamızdaki pusuladır, yolu gösterir… Dengelenme süreci, aslında öz ile karar vermeye adapte olma sürecidir çünkü karar vermedeki her zorlanma, her eskiye dönmeyi isteme, zihnin istediğidir. Her zorlanma, onu fark etme ve sizi nasıl o kısır döngüde tuttuğunu görme aşamasıdır... zordur ama takip ettiğinizde mucizesi çok büyüktür… 

Dengelenme yavaş olur çünkü dengenin bozulması hayatımızın ilk yedi yılında olur ve dengelenmesi de yedi yılı alır, bir anda olmaz, yedi yıl içinde değişimi hissedersiniz… öz ile hareket etmeye başladığınızda,  denge sağlanmaya başladığında artık hayatınızın sorumluluğunu alırsınız… o kadar kitap okumanıza ya da çalışmalar yapmanıza gerek kalmaz… tekrar tekrar blokajlar oluşturmazsınız, kendinizi sevmeye başlarsınız. İlk dönemlerde kendinizi kabul etmeniz zor olsa da (zihin kendini kabul ettirmek için çok yoğun baskı yapar) üzerinde çalıştıkça kendinizi kabul edersiniz. Başkasının sevmesi, ilgisi, kabul etmesini beklemek yerine artık kendi istediğiniz şekilde hayata devam edersiniz çünkü en önemliyi başarmış ve kendinizi sevmiş, kabul etmişsinizdir…

Ben ilk yıllarımda Human Design ile ilgili kitapları okurken “ahh keşke bu özellik bende olsaydı, bu kanal neden bende yok ki” diye hayıflanırdım. Kendi koşullandırmalarımın temizlenme sürecinde, yani dengelenmenin üçüncü yılında eğitim almaya başladığımda derslerde fark ettim ki artık böyle bir hayıflanma içinde değildim. Ben zaten kendi halimle, yaşamaya geldiğim bu hayat için mükemmel şekilde yaratılmıştım… ne eksik vardı ne fazla... ben kendimi kabul etmiştim artık… 

Yanlış anlaşılmasın bu yedi yıl çalışarak ve pür dikkat halinde olmakla oluyor, hiçbir şey yapmaz ve eskisi gibi zihinle yaşamaya ve tercihleri zihinle yapmaya devam ederseniz mucize beklemeyin; mucize için azim, çalışma ve mücadele gerekiyor…  

Her yol ayrımında, her tercih anında, her karar sizin zihin ile öz’ün ayrımına varmanız ve ikisi arasında da tercih yapma zamanınızdır. Evet hayat tercihlerden ibarettir, nasıl karar vereceğinizin tercihidir… zihin içinde hapis olmayı mı seçiyorsunuz yoksa özgür olmayı mı?

İletişim için: arslaneb@gmail.com

7 Temmuz 2015 Salı

Kendine İnanmak - 1


“Kendime, yani o an’a dek ben olduğuma inandığım şeye güvenmemeyi öğreniyordum. Benliğimin karanlık ve tembel bir kısmının tüm varlığımı yönlendirdiğini henüz anlamaya başlamıştım. Sonunda bir şeyler en yalın haliyle kendini göstermeye başlamıştı.” Tanrılar Okulu kitabında Stefano D’Anna böyle söylüyordu. Benim için bu muhteşem kitaptaki en güzel bölümlerden biridir çünkü aslında kendine inanmaktan kastedilenin kimsenin bilmediğini anlatıyor. Kendime güvenmemeyi öğreniyordum, içimdeki karanlığın tüm varlığımı yönlendirdiğini anlamaya başladım demek, kendim zannettiğim şeyin zihin olduğunu ve artık zihinle kendimi ayırmaya başladım demektir…

Çocukluk yıllarının başlarından itibaren üzerimize uygulanan koşullandırmalardan dolayı biz, biz olmaktan çıkarız ve artık zihin bizim yerimize hayatımızı yönlendirir. Bu, hayatın nedenlerinden biridir çünkü asıl amaç zaten o perdenin ötesine geçebilmek ve öz ile zihni ayırabilmektir. Zihnin işgalinde olan hayatlar gayet karışık, karanlık, anlamsız ve aslında çekilmez bir halde oluyor ama yine de kendimiz zannediyoruz zihnimizi ve ona daha çok sarılıyoruz, karanlığa daha da çok batıyoruz zamanla…

Kendimiz zannettiğimiz zihin bize olmamız gerekenden farklı bir hale sokuyor, davranış kalıpları, belirli tepkiler ve kısır döngüleri yerleştiriyor hayatımıza. Ne zaman bunun dışına çıkmaya çalışsak bizi daha çok kendine bağlayacak oyunlar yaratıyor. Bize öyle neden-sonuç ilişkileri sunuyor ki mantıklı olarak baktığımızda onu dinlemenin ne kadar doğru olacağını bize gösteriyor, korku salıyor üzerimize ve kendi istediği gerçeği bir şekilde kabul ettiriyor…

Benim en çok verdiğim örneklerden biri sabah yürüyüşlerine başlama zamanımdır. Sabahları yürüyüş yapmaya karar verdiğimde ayak kemiğimdeki sorunun nedensiz olarak tekrar ortaya çıkardı. Ağrısından yürüyecek durumum olmazdı ve yürürsem daha da artar diye düşünüyordum. Bu şekilde iki yıl başlayamadım ama dört yıl önce bir sabah saat çaldı ve doğruldum yatakta, derin bir nefes aldım “yürüyüşün bana iyi geleceğini biliyorum ve istediğin kadar ağrıyabilirsin o yürüyüş yapılacak" dedim kalktım hazırlandım ve yürüdüm. İlk gün evet ağrı vardı, ikinci gün hafiflemişti ve üçüncü gün hiçbir şey kalmamıştı.

Yürüyüş, derin ve depresif düşüncelerden çıkmak, kendimi gözlemek için çok iyi bir araçtı ve zihin bunların hiçbirini yapamamam ve onun istediği doğrultudan çıkamamam için önüme engeller, neden yapmamam gerektiği ile ilgili işaretler koyuyordu… Bazen deriz “bak evren bana işaret gönderiyor yapmamam için” diye, peki bunu yapan aslında zihinse ne olacak? Bunun ayrımlarını kavrama, sindirme önemli olan ve zaman alan… Son dört yıldır arada aksamalar olsa da düzenli olarak yürüyorum ve benim için yüzmekle birlikte en iyi meditasyon yöntemi. Saatlerce oturup, içime dönmek yerine hayatın içinde bunu yapmamı sağlıyor. Zihin buna engel olmak istedi ve o biliyor ki benim yapımdaki bir insanın dakikalarca oturup meditasyon yapamayacağını ve aslında onu iki gün sonra bırakacağımı onun içinde meditasyona hiç sesini çıkarmadı. Kişi kendini tanımaya başladığında her yöntemin her bilginin ona uygun olup olmadığını ve nasıl ayırt edebileceğini de öğreniyor. Önemli olan kendini tanımak ve zihinden yani egodan uzaklaşmak…

Kendine inanmaya Human Design’dan örneklersek eğer; Human Design’da dört tip insan aurası vardır ve her tipin aurası farklı şekilde çalışır, farklı özellikleri vardır. Manifestör aurası kapalı ve iticidir, bundan dolayı çok etkilidir. Jeneratör aurası kavrayıcıdır, içine alır bunun için mıknatıs gibi çeker, Projektör aurası odaklanmıştır bu sayede ilgi çekerler, Reflektörlerin örnekleyen aurası vardır, diğerleri kendini görür onlarda…

Bir Manifestör olarak benim eskiden en çok kafa yorduğum konu “insanları nasıl etkileyebilirim?” idi… çok etkili aurası olan bir Manifestorün etki için yol araması demek kendine inanmadığını; aurasına ve kendi doğasına güvenmediği anlamına gelir ki kesinlikle ne farkındaydım ne de buna inanırdım. Tamamen zihinle hareket ettiğimden dolayı da o etkiyi sağlamak için yapılan her şey tam ters etki yapardı…

Bir Jeneratör kendi aurasının çekim gücüne inanmayıp, ona geleceğine inanmadan her şeyin üstüne atlaması onun kendisine ve aurasına inanmadığı anlamına gelir ve en çok yaptıkları şeydir bir şeylerin üzerine atlamak çünkü zihin her türlü nedeni onlara sunar…

Bir Projektör ilgi çekici doğasının çalışmasını beklemeden ilgi çekmeye çalışması demek onun kendi doğasına inanmaması demektir ve tabiki bir Projektörde zihinle hareket ettiğinde en çok ilgi çekmeye, kendisini göstermeye çalışır.

Her kim ki kendisinde olan şeyi yadsırsa, inanmazsa, güvenmezse artık o özellik o kişi için devre dışı kalır, “Bana inanmıyorsan çalışmam senin için” der ve çalışmaz. Zamanla bizlere olan şey de bu, doğal yeteneklerimiz ve bizi biz yapan şeylerin üstünün kapanması ve bizde olan şeyleri fark etmeden hayatta en çok onu aramaya başlayışımız…

Hayat içinde daha çok farkındalık kazandıkça, nasıl her şeyin gözümüzün önünde bizim için hazır olduğunu gördükçe düzenin aslında nasıl büyük bir şaka olduğunu anlıyoruz… Kendimiz zannettiğimiz zihinle öz’ün ayrımına varmak, zihnin oyunlarını görmek çok zor bir süreç olsa da,  aslında çok eğlenceli hale geliyor zamanla. Gücünüz ve yetenekleriniz kullanabilir hale geldikçe işte bu keyif anlatılamaz ancak yaşanır. Kendiniz zannettiğiniz şeyden ne kadar farklı olduğunuzu, aslında gerçeğinizin hep olmak istediğiniz kişi olduğunu gördükçe, bunu yaşadıkça hayatın anlamı ve güzellikleri ortaya çıkabiliyor…


3 Temmuz 2015 Cuma

SİSTEMİN DIŞINA ÇIKAMAYANLAR SİZİ ORADAN NASIL ÇIKARACAKLAR…



İnsanların kariyer değiştirmek için bir alan olarak gördüğü kişisel gelişim ve ruhsal konular aslında herkesin tahmin ettiği gibi kolay ve çok yaygın bir alan değil… çünkü şu an piyasada olan insanların büyük bir çoğunluğu organizatörlük ve iletişim konularında uzmanlar, diğer konularla alakaları dahi yok… neden mi?  Açıklayalım…

Bu işlere merak saranlar bir bilgi elde ettikleri zaman ve onu diğerleriyle paylaşmak istiyorlar… “bak ben ne öğrendim, çok büyük bir farkındalık kazandım” diyerek diğerlerinin de aynı şeyleri görmesini anlamasını istiyorlar ve belki de bunun için zorluyorlar. Sonra bunu bir iş olarak yapmayı düşünüyorlar çünkü zaten sıkışmışlardır kariyer hayatlarından ve bir arayıştalardır ve “evet ben insanlara yardımcı olmayım onlara yol göstermeliyim” diyerek hemen neler yapabileceklerine bakarlar… beş-on kitap okunur, peş peşe seminerlere ve sertifika almak için kurslara gidilir, hemen bir çok konuda uzman olunur(?!) daha sonra çalışmalara başlarlar çünkü artık uzmandır…

İşler keşke bu kadar kolay olsa,  insanlar sertifika aldıklarında her şeyi öğrendiklerini zannediyorlar ya da ne kadar çok konuda bilgi sahibi olursa o kadar çok hayatın ve yaptıkları işin daha kolay olacağını düşünüyorlar… Aslında bu tam olarak kendine ve yaptıklarına olan inançsızlığın göstergesidir… sistemin dayatmasına uyarak sistem içinde kendine yer edinme kaygısıdır…

Hem nefes, hem reiki, hem yoga, hem aroma terapi, hem renk, hem regresyon, hem astroloji, hem koçluk vs vs vs bir sürü eğitim almış bir insan bunların hepsini kısa sürede nasıl olurda sindirebilir… bu bilgi açlığı değil bu aldığı eğitime, yaptıklarına ve kendisine inançsızlıktır… bu öz geçmişine bir sürü sertifika, eğitim programları yazıp hiç birini tecrübe etmemiş ve sadece kağıt parçası olarak kalmış insanlara benzer… deneyimlemeye cesareti olmadığından bilgi ile açıklarını kapatmaya çalışmış ve deneyimlemekten kaçmışlardır…

Eğitim almadan önce bir bakılır: bu yaptığı şey ona uygun mu, nasıl hissediyor, bu bilgi kullanılabilir ve gerçekten faydalı mı? Eğer süreç akıyorsa, kişinin içine siniyorsa ve bunu başkalarına sunmak istiyorsa o zaman eğitim alınır… normal süreç böyledir… ilk önce kendi deneyimler…

Genel olarak bu insanların sosyal medyada ya da medyadaki hallerine bir bakın… çok mutluyuz, sağlıklıyız, yüzümüz hep gülüyor… hep 32 dişimiz meydanda şeklinde sürekli paylaşımlar halindeler çünkü sistem bunu yapmalarını gerektiriyor. Peki en önemli konu bu size sistemin dışına nasıl çıkacağınızı ve sistemle nasıl baş ederek sağlıklı, huzurlu, başarılı ve mutlu olacağınızı öğretecek, yol gösterecek olan insanlar sistemin kölesiyken, size bunu nasıl verebilirler… Neden her yerde kişisel gelişim ve ruhsal öğretilerle ilgili eğitim programları var? Mantar gibi her yerden neden eğitim kurumları fışkırıyor? Çünkü nasıl ki ekolojik tarım başta saf ve güzelken sonradan büyük kısmı asıl tabiat ve insan düşmanları olan yapıların eline geçti; ruhsal konularda aynen bu sistemin içine sokuldu. İnsanlar asıl bilgilerden uzaklaştırıldı ve sistemden çıkmak isteyenler farkında bile olmadan sistemin içindeki başka bir hapishaneye kapatıldı… bir şeyin reklamı ne kadar çok yapılıyorsa orada aksaklık vardır… “ama herkes böyle yapıyor, bu şekilde işliyor” derseniz o zaman da yine sistemin içinde sıkışmışsınız demektir…

Ruhsal konularla ilgilenen kişilerin çoğu aslında sistemden çıkmaya hazır olmayan ve sadece hayatlarında çok incinmiş ve artık onları incitmeyeceklerini düşündükleri, her konuşmasında ışık ve sevgi kelimelerini kullanan toplulukların içinde sosyalleşmek istemektedirler. Hep birlikte gezilere gidilir, festivaller yapılır, hafta sonu toplantıları düzenlenir ve sevgiden bahsedilir… Orada incinmeyeceklerini düşünürler ve sistemin dışına çıkıp diğerlerinden farklı olarak kendileri ile ilgilendiklerini zannederler ama sistemin tam da istediğini yapmışlardır… sistemin içinde olmak herkesle aynı olup, güven içinde olmak demektir, orada kimse yargılamaz onları… En çok orada incinirler çünkü gerçeklerden daha da uzaklaşırlar… Ego çok sinsidir, o zihindir… o sizi sevgi sözcükleriyle kandırmayı da bilir,  farklıymışsınız gibi gösterip, diğerleri ile tıpa tıp aynı da kılabilir…

Gerçekten sistemin dışına çıkmak isteyenler ise işte onlar çok ama çok farklıdır. Güçlüdür, önce kendini incitmeyi öğrenir çünkü her şeyin sorumlusunun kendisi olduğunu kabul ederken önce kendisini hırpalar. Güvenli alanlarını terk eder ve güvenlik alanları oluşturmakla ilgilenmezler… Sistemin dışına çıkmayı göze alanlar her durumda hayatın sorumluluğunu almaya hazırdır çünkü bütün gücün kendinde olduğunu kabul etmeye hazırdır… Mücadeleyi göze alanlar her zaman sonunda istediklerine ulaşırlar... özgürlüğe, gerçeğe…

Gerçek anlamda bu konularda çok iyi olan insanlara bakın (ne yazık ki Türkiye’de çok azlar) hiç biri sertifikalarla oralara gelmiyorlar ya da herkesle aynı şeyleri yaparak… Onlar genelde kendi deneyimlediklerini insanlara sunuyorlar, gerçekte olması gereken de bu, deneyimlemek… bunu tüm hücrelerinde hissetmek, o konuda bir olgunluğa ulaşmak… Diğerleri ise organizatörlük yapıyorlar ya da iletişim becerilerini sergiliyorlar… ama kesinlikle kişisel ya da ruhsal gelişimle alakaları yok çünkü kendileri gelişememişler, sistemden çıkamamışlardır…

Şimdi en üstteki resme tekrar bakarsak diye bilirsiniz ki “adam gerçekten iyi iş çıkarmış, tıpkı gerçek gibi olmuş”, evet gerçekten çok iyi bir çalışma. Burada resmi yapan boya kalemlerini göstererek aslında bunun bir fotoğraf değilde bir resim olduğunu ifade ediyor. Sistemin yaptığı da buna çok benziyor, kalemleri göstererek bizi iki alternatif arasında bırakıyor ve ikisi de 2 boyutlu. Asıl gerçeği fark etmememiz için kendi gerçeğini öne sürüyor. Gerçekte bir kuş 2 boyuttan fazlasıdır; uçar, kanatları hareketlidir, elinize alabilirsiniz, derinliği vardır, gözleri hareket eder ve çok daha fazlasıdır… Sistem bunları anlatmaz bilmemizi istemez o boya kalemlerini göstererek bize başka bir gerçek sunar ve bu sayede kendi duvarları içinde hapseder bizleri….


Not: Human Design eğitimi almak isteyenler ve bu şekilde insanlara faydalı olacaklarını düşünenler lütfen eğitimi araştırmadan önce analizini yaptırın. Ne ile karşılacağınızı ne olduğunu bilmediğiniz bir şeyin eğitimini almayı neden düşünüyorsunuz ki… yeni bir sistem değil bu 1980lerden beri var ve açıkçası herkese uygun değil analistliği yapmak (tabi işin hakkını verenler için diyorum…), deneyimlemek gerekiyor. Bunu kendilerinde deneyimlemeyen insanlara da dikkat edin, özgeçmişlerine bir bakın gerçekten bu işin hakkını veriyorlar mı yoksa diğerleri gibi sertifika sevdalısı insanlardan mı? Bu çok önemli bir ayrımdır… 

3 Mart 2015 Salı

KENDİN OLMAK NE DEMEK?



Herkes sürekli “kendin ol” der ama sonra da “yok canım öyle değil de şöyle ol” diyerek kendi istedikleri şekle bizi sokmaya çalışırlar… Kimse inkar etmesin herkes diğerlerini kendi istediği kıvama getirmek ister, kendi çıkarı, kendi iyiliği, kendi ihtiyaçları için. Bazen amaç diğer tarafın iyiliği olarak çok güzel kamufle olsa da kendimiz içindir.

Şimdi diğerlerini bırakıp kendimize döndüğümüzde bizim kendi özümüz nedir? Nasıl ulaşabiliriz? onunla ilgilenelim. Bizim asıl halimiz, kendimiz, özümüz,  doğduğumuz ilk andaki olan halimizdir. Henüz hiçbir koşullandırma altında kalmamış, beklentiler altında ezilmemiş, başkalarını sevgisine muhtaç kalmamış ve diğerlerini henüz tanımayan halimiz. Ailemiz, çevremiz, aldığımız eğitimler bizi şekillendirmeye başlar. Hamurumuz artık zamanla yoğrulmaya başlar ve bize katılan harçlarla saflığımızı da kaybetmeye başlarız… Un fazla kaçar, su ekleriz, sonra tekrar un ama bir türlü kıvamı tutturamayız… Dengeyi sağlamak için daha abartılara kaçarız, kendimizden daha çok uzaklaşırız. Hayatta savrulur gideriz, kendimizi arar dururuz.  Bazen bir iş aracılığı kendimizi tanımlayarak bununla baş etmeye çalışırız, bazen ilişkilerimizle, bazen başarılarımızla… aslında herkesin kendine has bir yolu vardır… herkes nasıl eşsizse, bu eşsizlikten kaçma yolu da eşsizdir.

Bu herkesin başına gelecektir, doğa bu şekilde yaratıldı ve zaten asıl amacımızda kendi özümüze dönebilmek, başkalarının istediği hali almak değil… bütün zorluklar, alınan dersler bunun için… Hayatın bu derece zor olması da bundan çünkü kendimize gidecek yolu bilmiyoruz. Zihin ile savruluyoruz, bu zorluklardan kaçmaya çalıştıkça daha beter kucağına düşüyoruz… yaşamaktan vazgeçiyoruz ve ölmeyi bekliyoruz…

Gerçek anlamda kendin olmak: aslında ruhumuzla uyumlu olmak, onunla iletişime geçebilmemiz demektir. Bizler hayatımızdaki bütün koşullandırmalar altında ve eski düzenin düşünceye güvenme eğiliminden dolayı ruhumuzla olan bağlantımızı kopardık… Çocuklara bakın çok açık göreceksiniz büyüdükçe mutsuzlukları artıyor çünkü gün geçtikçe öz’leri ile olan bağlantıları kopuyor, hepimizin de zamanında koptu. Ruhumuzla olan bağlantının koparken zihne olan inanç ve bağlılık artmaya başladı. Geliştirdiğimiz teoriler, eski alışkanlıklar, genel inançlar ve hepsinin harmanlanması bizde en büyük düşmanı zihni, egoyu, nefsi yarattı… karar vermeye ve hayat yolumuzda ilerlemeye zihinle devam etmeye başladık… bizi çıkmaza da bu şekilde soktu…

Gerçek kendin artık zihnin, egonun bize hükmedemediği, bizim ruhumuzla ilerlediğimiz halimizdir… bazılarının zannettiği gibi şekilden şekle girmek ya da farklı gözükmeye çalışmakla alakalı değildir…

Gerçek kendin demek, dışarıdan gelen dayatmalara neden uyduğunu anlamak ve bütün bunları aşmak demektir… başkalarının değil kendi değer yargılarına göre yaşamaktır… tabiki kendi gerçek değerlerin, sonradan edinilmiş olanlar değil.

Gerçek kendin demek herkes için farklı anlam taşır çünkü hepimiz farklıyız, hepimiz eşsiziz.

Genel olan bütün öğretilerden kendinizi soyutlayın, bu kariyerle ilgili de olsa, kişisel gelişimle ilgili de olsa, ilişkilerle ilgili de olsa genel söylemlerden uzak durun… Herkesin ihtiyacı ve istediği farklıdır; size bunların dayatılmasına izin vermeyin. Sizin gerçeğinizi sadece siz ortaya çıkarabilirsiniz. Her birimiz genele girmeyen özel ve eşsiz varlıklarız.

Gerçeğimize tekrar ulaşmanın yolu “Strateji ve Otorite"nizi takip etmekle oluyor. Strateji ve Otorite, Human Design analizinde bizlere sunuluyor…  Bu bilgi doğduğumuz andaki bize verilen anlık haritadan elde ediliyor. Onunla zihni alt nasıl alt edeceğimizi, nasıl kendimiz olarak kalacağımızı, yoldan çıktıysak nasıl tekrar kendi asıl yolumuza gireceğimizi gösterir… Öz'le olan iletişimdir. Bu kendimizi tanımadır ve sadece kendi üzerinizde azimle çalışarak başarabiliriz; ancak bu şekilde gerçek kendimiz olabiliriz… geri kalan her şey boşunadır... yaşanan, yapılan her şey boşunadır.

Gerçeğinizi bulun!... ve onu yaşayın!... hayatın nasıl yaşamaya değer olduğunu daha iyi anlayacaksınız…

İletişim için: arslaneb@gmail.com

20 Ocak 2015 Salı

HIZ MI? YAŞAMAK MI?


Dünyanın çok hızla ilerlediği, kaybedecek zamanın olmadığı ve onun hızına yetişemezsek yarışta geri kalınacağı düşüncelerinin hakim olduğu bir süreçten geçiyoruz.  Aslında bu empoze ediliyor, dayatılıyor. İletişim, ulaşım, yemek her şey o kadar hızlandı ki, ben şimdi yapmazsam yapacak başka birisini bulacaklar diyerek ya da hiçbir şeyden geri kalmamak için koşuşturma halinde toplum. 

Bu yetişme telaşı başladıktan sonra stres ve depresyonda insanların hayatına girdi. “Mail'e hemen cevap vermeliyim”, “bir an önce anlaşmayı imzalamalıyız”, “teslimatı hemen yapmam gerekiyor" , her şey çok hızlı, “3 gün tatil var hemen bir yerlere gitmeliyim”…

Doğanın bazı kuralları var ve insanların da bazı kuralları var. Bir yolda ilerlerken yanınızdaki denizin manzarasının keyfini çıkarmak için ya durursunuz ya da hızınızı azaltırsınız değil mi? Hızla geçerken ise sadece mavi bir duvar görmüş olursunuz… Hayat da aynen öyle, hızla yenilen yemekler, sırf yaptık demek için seyredilen filmler, tatiller, ailecek yapılan programlar… hepsi bir şeylerin arasına kısa sürelerle sıkıştırılıyor… bir bakıyorsunuz çocuklar büyümüş ve hatırladıklarınız sadece resimlerde olanlar, çünkü tek yaptığınız resim çektirmek olmuş o sırada… yıllar sonra geçmişe baktığınızda sadece o mavi duvarı hatırlıyorsunuz… işe gittim, eve geldim, evlendim, tatile şuralara gittim vs vs...

İçinde duygu yok, o sırada yaşadıklarınızın hayatınıza ve size kattığı şeylerin hiçbiri yok. Sürekli bir şeylerle meşgul olmuşsunuz ama hiçbirinden tatmin olamadığınız için hep arayışta olmuşsunuz, Anın, olayın ve iletişimin içine bir türlü girememişsiniz. Aslında sadece bir ölüydünüz, nefes alan koşturan ama bunlar dışında canlılık belirtisi göstermeyen birer ölü. 

İşin içinde hissetmek, tadını çıkarmak, içine sindirmek yoksa o hayat gerçekten boşa yaşanmış bir hayattır. Sırf ders arasındaki teneffüs dakikalarında topla oynamak gibi beş dakika vaktiniz olduğunu biliyorsunuz ve hızlıca oynuyorsunuz. Ne maç yapmanın keyfine varıyorsunuz, ne kaslarınız doğru düzgün çalışıyor ne de sırtınızdan ter akıyor… sonradan teneffüslerde nasılda oynardık dersiniz ama hatırladığınız sadece oynadığınızdır. “Hani şu maçta sizi nasılda yenmiştik, o başıma çarpan top canımı ne yakmıştı ya” diyeceğiniz anılardan yoksun olur. Yapılmak için anlık değişiklik için yapılan şeylerdir.

Dünya hızla ilerlemiyor ki, dünyanın dönüş hızı değişti mi? Kalp atış hızımızda bir değişme oldu mu? Son dönemde insanlık evrim mi geçirdi? Hayatın hızında hiçbir değişiklik olmadı, sadece bize dayatıldı. Teknolojik gelişmeler bizim doğamızı değiştirmedi. Bu her şekilde bize empoze edildi ve bize karşı bir silah olarak kullanılarak daha çok köleleştirildik. İnsanlığa dayatılan her şey onun için zararlıdır. Bu büyük reklam kampanyalarıyla da olsa, dini baskılarla da olsa, siyasi görüşle de olsa, iş ve mahalle baskısı ile de olsa… doğru olan bir şeyi kimse zorlamaz, doğal akış zaten insanlığı oraya götürür.

Bazı şeyler, hızı asla kabul edemez… nasıl ki çayın bir demlenme süresi varsa bizimde hayatımızın belirli bir hızı var. Kişisel gelişim ve dönüşümün de kendi içinde süreçleri vardır o da bir anda olamaz ve onu hızlandırmak isteyenler iki arada sıkışıp kalanlar olarak hayatlarına devam ediyorlar… Süreçleri “sorun” olarak görenlerin ise bu kendi sorunu, aslında onlar sadece dünyanın oyununa gelmişlerdir. 

Yavaşlayın… yaşadığınızı hissedin, nefesinizi takip edin, düşüncelerinizi takip edin, doğanın nasıl bir düzen içinde işlediğini takip edin, dışarı çıkıp derin bir nefes alın… yaşadığınızı tekrar hissedin ve hep canlı kalmak için çalışın.

İyi söylüyorsun da bu dönemde çok zor diyenlere gelsin… gerçekten isteyen bir yolunu bulur…