Yaşamda ilerlerken kendimizi sağlam tutabilmek için güveni, güven duygusunu ararız. Gelecek için, ilişkiler için; ticarette, ortaklıklarda,
ailede, eşte dostta… güven duygusunun peşinde koşturup duruyoruz…
Eşin seni aldatabilir, en yakın arkadaşın en ihtiyacın
olduğunda yanında olmayabilir ya da annen hasta iken tek bir arayanın
olmayabilir… Dolandırıcılık zaten aldı
başını gidiyor… Belki arkanızdan “nasılda kandırdım ama” gibi şeyler söyleyenler
de olabilir…
Tabii ki yine kendimden örnek vereceğim… Human Design’da sağ
kulak ve sol kulak diye kavramlar vardır. Bu iki kulakta bende aktif şekilde
çalışıyorlar… Biri söylenen şeyin doğruluğunu sezme yeteneği verirken, diğeri
duygunun doğruluğunu hissetme yetisi verir… Profilim 3/5 ve bu profil hatalı
olan ya da çalışmayan şeyleri görme yeteneği ile bunu insanlara “hey bakın bu
yanlış, bu çalışmıyor” deme özelliğini verir…
Peki ben aldatıldım mı? Evet…
Dolandırıldım mı? Evet…
Kullanıldım mı? Evet…
Bütün bu özelliklere rağmen cevabım evet… Yıllarca
insanların gözümün içine bakarak yalan söylemesini ve sürekli olarak ortaya
çıkan yalanların ardındaki suratları izledim… Sanıyorlar ki görülmüyorlar ya da
kolayca affediliyorlar…
Hayır, affedilmiyorlar çünkü benim affedebileceğim tek insan
var, o da kendimim…
Bütün bunlar öyle büyük tecrübeler ki… kendimi kandırdığım
ve “yok canım artık bu kadar yalan da olmaz” dediğim zamanlarda kendi sezgilerime
güvenmek yerine dışarıya güvenmeyi tercih etmenin nasıl bir hata olduğunu
anladım… İllaki tarih, zamanı geldiğinde bu yalanları teker teker önüme serdi…
sezgilerime ve kendime olan inancım da arttı aynı oranda…
Aradaki fark, bütün
bu özelliklerin var olduğunun farkında olmamak ve yanlış kullanmak. Profili
konusunda bilinçli olduğunda 3/5 kişisine bir şeylerin yanlış olduğunu gösterirken;
bilinçsiz bir 3/5 kişisi o yanlışın
içine düşer… Burada ki sır kendi doğana
güvenmektir, Strateji ve Otoritenle hareket etmektir…
Strateji ve Otoriteme göre hareket ettiğimde ise yine bazı şeyler
oldu ama hepsi benim için hayat dersi dediğimiz ve beni geliştiren şeylerdi. Hiçbiri
için ne kendime ne de başka birisine kızgınlığım var… Acı çekmiyorsunuz, pişmanlık
duymuyorsunuz… hani iç huzur denir ya o oluyor. Kandırıldığınızı
düşünmüyorsunuz, bundan bir ders almam gerekiyor diyerek olaylara bambaşka açıdan
bakıyorsunuz… Ruhunuzla iletişim halinde olduğunuzdan dünyaya
bunu yaşamak için gelmişsinizdir ve bunun tadını çıkarabilirsiniz. Doğru yolda olmak, iç huzuru sağlayan ve
güvende hissettirendir… Eski aptalca yapılan hatalara düşmüyor ve kısır
döngü olanlardan arınıyorsunuz.
Yeni birisi ile tanıştığınızda hayatınıza nasıl girdiğine
bakın, onunla ilgili nasıl hissettiğinize… O kişiye hayatınızda yer açıp
açmayacağınıza karar verirken kendi Strateji ve Otoritenize göre hareket edin…
Bir ilişkide önemli olan sevgi ya da mantık deriz ama
aslında zihin daha ön plandadır. Karşımızdaki kişiyi, bizim zihin oyunlarımıza
uyabilecek niteliklerine göre değer biçer ona göre değerlendiririz…
Alışverişte, ürünün defosuna bakarız ya da başka yerde ucuza
bulabilir miyim diye düşünürüz ama o mağazanın ya da ortamın bize ne
hissettirdiğine bakmayız bile… sezgilerimiz bize belki “bırak elindekini ve
hemen uzaklaş” diyorken, biz “ama çok inmiş fiyatlar” diyerek gayet gereksiz ya
da birkaç gün sonra “bunu niye aldım ki” diye pişmanlık yaşayacağımız şeyleri
alıp dururuz…
Kendimizi güven içinde tutmaya çalıştıkça aslında nasıl
yanıldığımızı anlarız… Bir süre sonra bütün yalanlar önümüze serilir... çünkü zihin daha önce ihtiyacı olanı görmektedir, yalanları görmez, görmek istemez… Sonra da karşımızdakini beni kandırdı, aldattı diye suçlarız…
Bu insanı neden hayatına almıştın, neden kendi
perspektifinden sana güven verdiğini düşünürken diğer bütün açıları inkar
ettin? mantık dedin, sevgi dedin ama
seni ne kadar mutlu etti, ne kadar güvende hissettirdi… Aslında ruh, durumu her
açıdan görür ve bizi Stratejimiz ve Otoritemiz ile yönlendirir… sonradan
görürüz neden bu şekilde hareket ettirdiğini…
Güveni ararken aslında hep daha kötüsü olur… onun için karar
mekanizması zihin olamaz, o karar veremez.
İnsanların niyetleri iyi de olsa kötü de olsa bizi
ilgilendiren şey bizim bundan ne kadar ve nasıl etkilendiğimizdir. Niyeti iyi
olan bir insanda bize zarar verebilir… Neye, kime ne kadar güvenilir ya da bel
bağlanır…
Suçlayacak hiç kimse yok, karar tamamen bizim… bir insanı
hayatımıza almak, ona inanmayı seçmek, satıcının söylediklerine inanmak, ortak
işe girişmek, yeni bir işe başlamak… bütün hepsi bizim kararımız... Dış koşulların
bize sunumu, göz boyamaları, yalan söylemeleri her şey bizim onlara inanmayı
seçmemizin eseridir… yani olay bizde başlıyor, bizde bitiyor. İşte bundan dolayı affedebileceğimiz tek kişi
kendimiziz…
Hayatımızda tutacağımız insanlara biz karar veriyoruz.
Davranışları bizi rahatsız eden bir insanı değiştirmek için uğraşmaktan ya da
güven vermesi için sürekli eleştirmektense hayatımızdan çıkartmak çok daha
doğru bir davranış olacaktır. Bir insanın değişmesini beklemek sadece zaman
kaybıdır…
Güven, kimsenin sana bunu sunmasını beklemeden, başkasına
bağlı kalmadan kendi kararlarını kendin olarak vermektir… Başkası kaynaklı her karar, kendini ve diğerlerini
suçlayacak bir hayata mahkûm eder. Güven duyulacak hiçbir şey yok. Hayatın
şartları değişir, istekler değişir, anlaşmalar bozulur ve en önemlisi kendine
güvenmeyen güçsüz insanlar her zaman yalan söylemeye devam ederler…
Bir çocuk nasıldır, içinden geldiği gibi davranır, o hala
ruhu ile bağlantılıdır ve neler olabileceği ile ilgili henüz zihin oyunları
gelişmemiştir ve kendi kararını, henüz unutmadığı Strateji ve Otoritesi ile
verir… Ta ki ailesi onun elinden bu hakkını alana kadar…
Kendinize güvenin, kararlarınızı ruhunuzla bağlantı kurarak alın.
Hayatı kendiniz olarak yaşayın. Mecburiyetler, beklentiler, koşullandırmalar
olmadan kararlarınızı alın, bu şekilde hayat sizi doğru birlikteliklere, doğru
işlere, doğru yerlere ve yaşama coşkusuna götürecektir.
İletişim için: arslaneb@gmail.com