Rekabet hayatın her alanında var, ilk önce kardeşler arasında başlar, oyunlarda arkadaşlarla devam eder, okulda,
ilişkilerde, çalışma hayatında, yani her yerde var. Dünya düzeni zaten bunun
üzerine kurulu; en başarılı olma, en güzel olma, en çok satışı yapma, en iyi
arkadaş olma… filmler, diziler, kişisel gelişim programları hatta ana okuldaki
eğitim bile bizleri bu doğrultuda zorlayan bir görev üstlenmiştir. İnsanlar
bunun tek yol olduğuna ikna edildi bile: yarışmadan olmaz, rekabet bizi
geliştirir…
Garip bir şekilde rekabet ederken
de aynı olmaya başladık. Hareketler, saçlar, yüzler, işlerin yapılış tarzları, aktiviteler,
paylaşımlar… Rekabet etmek, ben de sizin gibiyim demek oldu. Özgün olma, kendin
olma, kendi hayalinin peşinden koşma kalmadı, en iyi ihtimal bir adım farklı
olduk… büyük çoğunluğun hayali bizlerin hayali oldu…
Kalp merkezi irade, özsaygı,
özdeğer ile ilgili bir merkezdir ve aynı zamanda Ego merkezi olarak da geçer. Buradaki
ego çoğu kullanılışı gibi zihin, nefs ya da sahte benlik anlamında değildir, benlik
anlamındadır, BEN diye bilmektir. Rekabetle, yarışmakla ilgili bir kapı vardır
ve o da bu merkezdedir. Çünkü doğru bir rekabetin içine girebilmek için
öncelikle BEN, BENİM isteklerim, BENİM hayallerim diyebilme gücüne, iradesine
sahip olmak gerekir…
Kalbi ve bu kapısı da tanımlı
birisi Strateji ve Otoritesi ile çalıştığında rekabet konusunda usta
olabilirler… Kalp merkezinin insanlığın sadece %30’unda tanımlı olduğunu düşünürsek
ve sadece tek kapının bu konuda desteklediğini düşünürsek, o oranın çok ama çok
daha düşük olduğunu tahmin edebiliriz herhalde.
Beş yıl önce sabah yürüyüşlerine
başladığım zamanlarda, arkamdan gelen bir kadın beni geçti garip bir şekilde
panik oldum. Onu geçmek istedim ve hızlanmaya başladım. Kadının adımlarının
büyüklüğünü, hızını, duruşunu incelemeye ve onu nasıl geçebileceğimi düşünmeye
başladım. Hızlanıp geçiyordum ama sonra kadın beni tekrar geçiyordu, tekrar
tekrar aynısı oldu. Daha sonra bunun aslında ortaokul yıllarımda bile olduğunu
fark ettim. Önümde yürüyen birisi olduğunda ya da beni geçen birisi dürtüsel olarak onu geçmek için debeleniyordum…
Amacımı kadını geçmek yerine kendimi geliştirmek ve
kendimi geçmek olarak değiştirdim. Benim onu geçmem ya da onun beni geçmesi
artık önemini kaybettiğinde kadını sadece referans noktası gibi kullandım; hızım
stabil mi, nasıl ilerliyorum, düşüncelere dalıp yavaşlıyor muyum şeklinde. Daha
önceleri beni sürekli geçen, bazen hızlanmama engel olacak şekilde önümde
ilerleyen kadın bir süre sonra yolun karşı tarafına geçti ve bir ara sokağa
girerek yolumdan tamamen çekildi…
Bunu çok fazla denedim, farklı
şartlarda, farklı ruh hallerimde, farklı kişilerle… Geçmek için uğraşırken,
diğer kişi bir engelken; sadece kendi hızımda ilerlerken arada bir kontrol
ettiğim bir referans olduklarında kaybolduklarını ve yolumun açıldığını fark
ettim. İnsanların nasıl farklı yönlere gittiklerini, hayatın bizleri nasıl yavaşlatıp, nasıl hızlandırdığını gördüm. Sen gitmek istediğin yolda gerektiği gibi ilerliyorsun,
önündeymiş gibi gözükenler zamanla yolundan çekiliyorlar ve yolu sana açıyorlar….
Rekabet ya da yarış insanı
gerçekten yoldan çıkarabiliyor. Kişi, başkasının yoluna dikkat ederken kendi önündeki
engelleri görmüyor, kendini kaçırıyor. Sonuç olarak başarısızlık ya da kısa
süreli başarı ardından gelen büyük hüsran yaşanıyor. Hedef kendini aşmak,
kendini yenmek olmalı. Sen kendi hızında ilerlerken önünde yeni yollar
açılıyor. Dikkatin kendinde olduğundan bu yolları kaçırmıyorsun, bu fırsatlarla
daha da ilerliyorsun. Diğer kişi belki ışıklarda beklerken, belki yolda bir
arkadaşı ile karşılaşıp oyalanıyorken, belki gideceği yol, hedef seninkinden çok
farklılaşıyorken, onunla yavaşlamıyorsun.
Sabah yürüyüşlerinin bana en
güzel öğrettiği şey kimseyi hedefe koyma, kimseye yetişmeye çalışma, kimse ile
rekabet etme. Rakip olduğunu düşündüğünüz kişinin önüne geçemezsiniz, hep
arkasında kalırsın. Yenilgiyi baştan kabul etmiş olursun. Çok iyi sporcular
rakiplerine göre hareket etmezler amaçları kendi rekorlarını tekrar tekrar
kırmaktır, onlar bu konudaki en iyi örneklerdir.
Dünya düzeni bu şekilde kurulmuş
gibi gözükse de, bize dayatılan her şeyin aslında ne kadar yanlış olduğunu her
geçen gün tekrar tekrar görüyoruz… İnsanoğlu ne garip varlıktır ki kendi
doğasına aykırı her şeyi yapar ama yine de mutlu olmayı bekler… Nasıl ki
zamanında bu dayatmalara inanmak bir tercihti, değiştirmek de başka bir tercihtir.
İletişim için: arslaneb@gmail.com