10 Ağustos 2016 Çarşamba

Coşku Başka Ne Ola ki…

Beş yıl önce bir eylül akşamı arkadaşımla sohbet ediyorduk…  Konu hayattı, insandı ve evrensel düzendi…

Konuşma bir ara yaşamdaki coşkuya geldi… “Ebru yaşam coşkusu için ne düşünüyorsun?” diye sormuştu… “Bence yaşama coşkusu hayata açık olmak ve sana getireceklerine önceden şükretmek demek, her ne getirirse getirsin… Sorunların abartılmadığı ve sorunları çözmenin tek amaç olmadığı yaşamdan keyif almak demek” dedim… Arkadaşım “ama sorunlar olmazsa ya da onları önemsemezsen hayat çok sıkıcı olmaz mı? Ne ile oyalanacağız sorunlarımız olmazsa ” dedi… kilit kelime galiba OYALANMAK

O dönemde işimden ayrılalı altı ay kadar olmuştu aslında tam olarak ne yapacağıma karar vermediğim bir süreçteydim… işten ayrıldıktan sonra kendime zihnen, fiziken ve ruhen dinlenmek için zaman tanımıştım, o süreninde sonuna gelmiştim ve ne yapmak istediğime karar verme zamanım gelmişti. Zaman zaman kendime baskı yapsam da çok da önemsemiyordum… Düzenli sabah yürüyüşleri yapıyordum, hava o kadar güzeldi ki günde 3-4 saat ekstra yürüyüş yaptığım zamanlar oluyordu…

Yürürken bir insanın ayakları yere basmadan nasıl yürür onu deneyimlediğim, coşkuyu daha yoğun hissetmeye başladığım, hayatımın en keyifli zamanlarıydı. Yaptığım şeylerden keyif almayı öğreniyordum, kendimi izliyordum ve her fark ettiğim şeyde biraz daha mutlu oluyordum. Kendimi tanıyordum. Human Design haritamı biliyordum araştırıyordum ama teker teker hepsinin keşfini yaşıyordum, neleri doğru neleri yanlış kullandığımı daha iyi görüyordum...

Önceleri kendime kızardım “bunu da yapamadın, bak yine aynı hatayı tekrar ettin, yine yine yine”… O süreçte anladım ki suçlayarak ya da kendime kızarak hiçbir şey ilerlemiyor, hiçbir şeyi sindiremiyorum, içselleştiremiyorum… Kendimdeki, o zamanlar kötü olarak nitelendirdiğim özellikleri gülümseyerek ve bunu yakınlarımla "bende bu da varmış" diye anlatarak kutlamaya başladım… Bu bir kutlamaydı çünkü hayatımdaki bir düğüm daha çözülmüş oluyordu ve bu benim yaşama daha sıkı sarılmama neden oluyordu…

Bir insanın hayatta yapacağı en büyük hata olanlar yüzünden birisini suçlamak, affetmemek, yargılamaktır, bu kişi kendisi de olsa… Kendinizi ya da başkasını suçladığınızda yaşananlar zihinde sürekli tekrar eder, sürekli… Keyif almadığınız bir şeyi zihninizde defalarca canlandırırsınız, defalarca acılarını tazeler durursunuz ve eğer düşünce yaratılıyorsa tekrar tekrar düşüne düşüne benzer olayları yaratmayı da başarırsınız…

“Evet bu oldu, evet bu hatayı ben yaptım” diyebilmek hayata keyfi, coşkuyu getiren şey; aynı zamanda tekrarlamamanın, ders almanın da başka yolu yok… 

Bütün olanları kabul etmek ondan ders almamızın ve tekrar etmememizin anahtarıdır…

“Evet ben yaptım ve bundan keyif almadım, tekrarlamama hakkımı kullanmak istiyorum” demek hayatın getireceklerine karşı heyecanlı ve istekli olmamızı sağlar. Tekrar eden kısır döngülerin yerine sürprizlere açık olur, farklı şeylerin keyfine varmaya başlayabiliriz...  Ne olursa olsun keyif almalı insan, en kötü şeyden bile ders çıkartmanın keyfine varmayı bilmeli. Coşku başka ne ola ki…

Arkadaşıma şöyle demiştim “sorunlar olmadığında, sorunlara sarılmadığında yaşam coşkusu ortaya çıkıyor ve emin ol sıkıntılarla uğraşmaktan çok daha keyifli… boş kalmıyorsun, OYALANMANA gerek kalmıyor… aldığın nefesten, çiçekleri seyretmekten, sevdiğin insanlarla bir arada olmaktan, yaptığın işten ve yediğin yemekten keyif almak varken kim ister sıkıntılarla örülmüş karanlık bir hayatı…”

Bizler gerçekten çok bilinçsiz çok yüzeysel yetiştirildik; hayat aslında aydınlık sadece ışığa kendini açman gerekiyor… İnsanlar başkalarına ya da kendilerine kızdıklarında, yargıladıklarında ya da suçladıklarında her şey karanlık ve korkutucu olduğundan yüzleşmelerden de korkuyorlar ve kendini tanımaktan kaçıyorlar… Aslında olaya farklı açıdan bakılabilse her şey o kadar kolay aşılabilecek, hayat o kadar keyifli olacak ki…

Sadece farklı açıdan bakabilmek yaşama coşkuyu getirmenin kapısını açacak...

Not: Yukarıdaki fotoğrafı o günlerde Moda sahilinde ablam çekmişti… Işığa kendini açan da benim…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder