Bugünlerde Edgar Cayse’nin
hayatını anlatan bir kitap okuyorum ve orada geçen bir bölümde Morton adında
bir adam, ruhsal bilgilere ulaşmak için sürekli okuma almaktaydı ve Edgar onun
için şöyle diyordu:
"Ama
bir şey kesindi. Felsefi gerçeklerle ilgili bilginin kendi başına bir anlam
taşımadığını okumalar Morton’a defalarca söylemişti. Anlamlı olabilmesi için
bunlar, yaşamın bir parçası olmalıydı. Morton bunu görmezden geliyordu. Yüzme öğrenmeden
derin sulara dalmıştı.
Okumaların bildirdiğine göre,
“insan hem biliyor hem bunu uygulamıyorsa günah işliyor demektir. Bu nedenle
erişilen her bilgiyi doğru değerlendirmek gerekiyor. Bu bilginin bireye ne tür
bir sorumluluk yüklediği üzerinde biraz kafa yormalısınız: Size gizli bir mesaj
mı iletmek isteniyor? Yoksa ilginizin nedeni sadece merak mı?” "
1930 yılında günümüzdeki gibi her
yerden ruhsal bilgilere ulaşabilmek kolay değildi. Bugünde birçok insan Morton
gibi her şeye saldırıyor, burada söylenene ben de katılıyorum. Galiba kendi
deneyimlerim bilgilerin yapılabileceğinin en iyi örneği olduğundan, bilimsel
makale ya da ders kitabında bir bölüm yazar gibi yazamıyorum…
Benim dönüşüm sürecim başladıktan
bir süre sonra, eski işimden ayrılma sürecim de başladı…
Aslında işe ilk başladığım
zamanlarda kesinlikle bana uygun bir iş değildi; ne koşulları ne de içerik
olarak... İlk haftalar çok ilginçti, tam anlamıyla nereye düştüm ben diye
düşünüyordum. Ortamda baskın karakterler ciddi sindirme politikası
yürütüyorlardı, benden değilsen düşmanımsın diyorlardı. İşte kalmamın tek
nedeni “size yenilmeyeceğim” diye kendime verdiğim sözdü… Daha sonra bana
yetkiler verilmeye başlandı ve buna karşılık sözler verilmeye başlandı. İş yükü
sürekli artıyordu. Farklı bir iş olduğu için benim ilgimi çekmeye başladı ama bir
süre sonra tekrara düştü… Tek tatmin konumda elimden alınmış oldu, sözler de
tutulmuyordu, ilk günlerdeki ayakta kalacağım hırsı da kalmamıştı, zaten benim
krallığım çoktan kurulmuştu… o dönemde bir de kendimi bulma dönemiyle birleşince
kariyer konusunda her şey daha da karışmaya başlamıştı…
Asıl ortaya çıkışı yönetimden
birisinin benim yaptığım işle ilgili üstlerimden bilgi alması ve fikir sormasıyla
oldu… Yıllardır çalışıyordum ve beni tanıyan birisinin bunu sorması pek hayra
alamet değildi… İlk başta panik oldum, nasıl yani işten çıkarılma durumu
olabilir diye… İşsiz kalma korkusu birden üsteme çullandı, birkaç gün bununla
mücadele ettim. Sonra bunun yoğunluğu azaldı ama artık “ben bu işi
yapmak istiyor muyum?” sorusu gündeme oturmuştu. Artık işteki eksiklikler dikkatimi
çekmeye başladı… Onlar beni değerlendirme durumundayken artık ben onların, bana
sunduklarını değerlendirmeye başlamıştım… Mesai saatlerinin uzaması, hafta sonu,
izin vs gibi konularda gayet özverili iken artık fazladan kalmak dokunmaya
başlamıştı… ama diğer yandan ne yapmak istediğini bilememek oraya bağlıyordu… “ben
ne yapmak istediğimi bilmiyorum, buradan ayrılırsam ne iş yapacağım, yine
sevmeyeceğim bir işse burada mı kalsam, en azından bildiğim iş” gibi düşünceler
dolanıyordu…
İş aramak benim için her zaman
zordu… kendini anlatmaya çalışmak, CV hazırlamak, iş ilanlarını takip etmek… Her
seferinde bir gazla başlanıyor ve hemen vazgeçiliyordu… Bu süreçte korkularımı
anlamaya başlamıştım… kendimi ifade edememe korkusu, kendimi pazarlamak zorunda
olmak, iş görüşmesinde çeşitli testlerle sınanmak, yeni ortama adaptasyon…
İşe gireli iki ay olmuşken büyük
bir holding beni iş görüşmesine çağırdı. Görüşmeye gittim. Bana insan
kaynakları şöyle bir soru sordu “işe gireli 2 ay olmuş neden iş değiştirmek
istiyorsunuz?” Ben başvuru yapmamıştım ama programlama ile ilgili bilgilerimden
dolayı onlar beni bulmuşlardı… “öncelikle ben size başvuru yapmadım siz beni
aradınız ve neden iş değiştirme sorunuza gelirsek şuan yaptığım iş bana uygun
değil” dedim ve açıkladım… Bu İK görevlisi öfke kontrolümü yapıyordu yoksa
kendi dikkatsizliğimi beni çok bağlamıyordu… Bir Manifestöre bir soru
soruyorsanız tepki genelde beklediğinizden farklı olabilir… bana dönüş
yapmadılar ama ben oradan içim çok rahat çıkmıştım… Ama tabiki iş arayışına
girecekseniz bu aşamaları yaşamak gerekiyor, iş başvuruları, İK ile gereksiz
konuşmalar, kendinizi en kısa ve iyi şekilde pazarlayabilmeniz vs vs vs…
Bu korkularımla yüzleşirken bir
yandan da kendimi tanımaya başlıyordum.. Human Design ile ilgili çalışmaya başlayınca
bu iş görüşmesindeki o davranışım ve genel korkumun nedenlerini anlıyordum… Aslında
ciddi görev adamı olduğumu düşünürken bir süre sonra emir almaktan hiç
hoşlanmadığımı fark etmeye başladım… iş aramak bundan birazda zor geliyordu,
benim kendi işimi yapmam gerekiyordu ya da işime karışılmadan çalışmama olanak
sağlanmalıydı.
Eski müdürler hep uzaktan bana
bakar ve sadece gözlerini dikerlerdi, o sıralarda gelen müdür benim işlerime
karışmaya başlamıştı… sürekli kontrol edilmek,
sürekli göz hapsinde olmak ve çalışma şeklinin sorgulanması… o sıralarda bütün
bu korkuların benim kendi işimi yapma fikrini kabul edebilmem için yoğun
şekilde yaşanıyordu.
Hayatımın en karışık olduğu
zamanlar, en buhranlı ama otoritemle karar vermeyi ilk öğrenmeye başladığım
zamanlardı. Duygusal dalga nedir, nasıl takip edilir, duygusal açıklık nasıl
olurun ilk büyük konuda deneyimlememdi… galiba 3-4 ay kadar gittim geldim, ya
iş bulamazsam korkusu ile kendine aşırı güven duyan haller arasında gidip
geliyordum… çok iyi hatırlıyorum bir sabah uyandım her şey önümde açıkça duruyordu…
ben tazminatımı alacağım ve öyle ayrılacağım dedim…
İş yavaşlatmaya gittim. Artık
bana verilip tutulmayan sözlerin acısını da çıkartmak gerekiyordu… ciddi iş
yavaşlatma başladı, sonra bir uyarı geliyordu duygusal dalgam o sıralar inişteyse bir
panik oluyordum, sonra tekrar yavaştan alma… Bu aslında hayır demeyi öğrenme
süreciydi… bu bir süre devam etti ama bir manifestör olarak bilgi de veriyorum
ilgili kişilere “ben ayrılmak istiyorum, tazminatımı versinler gidim” şeklinde…
Süre uzuyordu, işler eskisi gibi değildi ama
olan bir şeyde yoktu ve bu durum artık bir yöneticinin dikkatini çekti, daha
doğrusu artık ben gözüne soktum. Bunun üzerine mobbing başladı… kendine çeki
düzen ver uyarıları ile istemiyorsan istifa et arası bir durumdu… ama olmazdı
ben kararımı vermiştim, o tazminat alınacaktı… ama korkularımdan çok sert hareketler de
yapamıyordum… insan ne
kadar karar verse de, korkuları hep orada duruyor… sıkıcı iş arama süreci,
istediğini bilememe, ne iş yapacağını bulamama, parasız kalma, uzun süre iş
bulamama, insanlara derdini anlatmak zorunda kalma, iş yerinden kötü ayrılma
ihtimali… Yıllarını verdiğin yerle kanlı bıçaklı olmak çok hoş olmazdı ama son
şans elimde kozlarımda yok değildi…
Bir gün beni müdür yanına çağırdı
ve bana ek görev veriyorlardı ama bu beni aşağıya çekecek, bana gözdağı verilen
bir işti… o günü, müdürün yüzündeki ifadeyi o kadar iyi hatırlıyorum ki... adam
bana bunu söylerken çok utanıyordu… Karşında öfkeden ağlamıştım. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum dedim…
Konuşmanın ilk beş dakikasında, o
ilk öfkeden ağlama sürecinde, benim daha önce fark ettiğim, aştığım, aşamadığım,
benim amacıma ilerlememde hızımı kesen, ilerlememe engel olan bütün korku
duvarları yıkıldı… Çok ciddi bir deprem olmuştu ve o saatten sonra artık hiçbir
şeyin önemi kalmamıştı… Ebru artık tam hedefe kitlenmişti… kimin ne dediğinin,
ne düşündüğünün, ne yaptığının hiçbir önemi kalmamıştı…
Galiba iki ay kadar benim bu
rahat ve kendinden emin halimin getirisi bir gün İK’dan bir arkadaşla
karşılaştık ve ben şaka yollu “beni işten çıkarsalar ne güzel olur” dedim… ve
10 gün sonra işten anlaşmalı olarak ayrıldım… ne zorluk oldu ne de
yöneticilerle tekrar muhatap olma gibi bir durumum oldu… işler tereyağından kıl
çekmekten de kolay ilerledi…
Ne istediğimin açıklığına
kavuştuktan sonra en negatif olan şeyler beni korkularımı aşmaya ve bunu gerçekleştirmeye
götürüyordu… iş arkadaşlarım “tazminatı ölsen alamazsın ya da onlar ölseler
gene de vermezler” diyorlardı ama alan çok insan varmış bunu sonradan öğrendik…
sadece vermezler düşüncesi bir şekilde yayılmış ve empoze edilmiş çalışanlara…
tıpkı hayatta her şeyde olduğu gibi, imkansız yapamazsın, imkansız kesinlikle
olmaz, kimse yapamıyor sen nasıl yapacaksın dedikleri gibi…
Korkulacak bir şey olmadığını
anladığında yapabiliyorsun… bu arada korku dediğin nedir ki bize
anlatılanlardan elde ettiğimiz kalıplar… gerçekten doğru söylendiğini kim
bilebilir, onların inandıkları şeyin bizim için de doğru olması gerektiğini kim
söylüyor… başkalarının kalıpları neden bizim de kalıplarımız olmak zorunda…
neden hep kabul eden biz olmak zorundayız…
Benim için benim otoritem ve
sezgilerim diğer herkesin söylediğinden daha doğru… her geçen gün buna inancım
da güvenim de artıyor… başkaları kendi korkuları ile hareket ederken sizi de o
gerçeklerle sınırlamalarına izin vermeyin… tanıyın kendinizi, korkularınızın
kaynağını görün, anlayın ve öyle bir an gelecek ki hepsinin yıkılmak için inşa
edilmiş duvarlar olduğunu göreceksiniz… artık bütün alan sizin olduğu için, duvarların
arasında sıkışıp kalmadığınız için o özgürlük duygusuyla isteğinizin olup olmamasıyla
ilgilenmeyeceksiniz bile… ama yine de söyleyeyim oluyor merak etmeyin J
O döneme şimdi baktığımda benim
için bir zaferdi. Yaşarken ne zordu ama artık korku duvarlarını yerle bir
ettiğimde benim zaferim olmuştu… bu zafer sadece işten istediğim gibi ayrılmak
değil, önemli olan benzer konulardaki korkularımı da alt-üst etmesiydi. Benim
ne istediğimi anlamamı sağladı, geçmişte yaptığım hataların korkularım kaynaklı
olduğunu görmemi sağladı.
Bu sadece benim deneyimlerinden
biriydi… başka konularda başka korku duvarlarının yıkılışını da yaşadım…
yaşamda ilerledikçe daha yıkılması gereken başka duvarlarda olacak… ama asıl önemli olan bazen yaratandan sabır
istemek yerine güç istemek gerekir, o duvarların yıkılma anı gücün ortaya
çıktığı andır… sabır ise o korkularla daha uzun süre yaşamaya neden
olabilir.
Toplumsal en iyi bildiğimiz örnek
ise: Osmanlının son dönemlerinde köşesine sinen halk o korku duvarlarını yıktı ve Kurtuluş Savaşında
kimsenin beklemediği zaferini kazandı… bazen baskının artması, korkuların
artması ve şiddetlenmesi o duvarların yıkılacağının sinyalini verir… pes
etmezseniz illaki yıkılır…
Gelecek için umudunuzu asla kaybetmeyin…
Fotoğraf için Aydan Çınar'a teşekkürler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder